The Machinist (2004)
Yönetmen: Brad Anderson
Trevor Reznik adlı bir makine operatörü uyuma yeteneğini kaybeder. Fakat bu sıradan bir uykusuzluk sendromu değildir. Aşırı yorgunluk ve uykusuzluk yüzünden fiziksel sağlığı ve akli dengesi bozulmaya başlar. Yanında çalışanlar en başta görünüşündeki tuhaflıktan ötürü ondan ürkmeye başlarlar ancak dükkanda onun da karıştığı bir kaza sonucu adamlardan biri kolunu kaybedince adamları karşısına almış olur. Kaza yüzünden Trevor’ı suçlarlar. Artık hem kendisi hem de diğerleri için bir engel haline gelmiştir ve adamların tek isteği Trevor’ın gitmesidir.
Çalışanların onun işten atılması için komplo kurmaya başlamalarını anlayınca Trevor’ın suçluluk duygusu zamanla şüphe ve paranoyaya dönüşür, acaba daha kötüsünü mü beklemelidir? Önce evinde gizli notlar bulur. Tüm bu gizemler, Trevor’ı delirtmek için kurulmuş bir entrikanın parçaları mıdır? Yoksa her şeyin sebebi aşırı uykusuzluk ve yorgunluk mudur?
Olup bitenleri anlayabilmek için meydana gelen tuhaf olayları araştırmaya başlayan Trevor’ın hayatı uykusuz bir kabusa dönmeye başlar. Daha fazla öğrendikçe aslında daha azını bilmiş olmayı tercih eder.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
25 Kasım 2011 Cuma
8 Kasım 2011 Salı
IP Man 2
IP Man 2 (2010)
Yönetmen: Wilson Yip
Oyuncular:Donnie Yen, Simon Yam, Amber Chia
2010 yapımı Mükemmel film-biyografi serisi IP MAN 2 ile devam ediyor. Bruce Lee’nin ustasının gerçek hayatından alınan bu filmler, izleyen herkesi büyülemenin yanı sıra; seyirciyi filmin içine hapsediyor.. Bu yapımda, Hong Kong’a taşınan Yip Man ve ailesi Wing Chun dövüş – savunma sanatını insanlara yaymaya çalışacaklar.
Serinin 3. sünün de çekileceği söylentiler arasında dolaşıyor. Bruce Lee‘nin hayatı da, çekilecek filmde söz konusu olabilir çünkü bu filmin sonunda açık kapı bırakılıyor..Efsane isim IP MAN’in bu 2. biyografi filmi..GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Ip Man
Ip Man (2008)
Yönetmen:Wilson Yip
Oyuncular: Donnie Yen, Sammo Hung Kam Bo,
Simon Yam, Yu Xing Dövüş sanatının efsane ismi Bruce Lee’nin hocası IP Man’in (Yip man) , yarı biyografisini nefes kesici bir şekilde aktaran bu film kesinlikle kaçırılmaması gereken, arşivlik değerde bir yapım.
Kung-Fu’nun alt dalı olan Wing Chun savunma sanatına ışık tutan bu yapımda gizemli bir geçmiş aydınlanıyor. Rakibi, hiçbir darbe almadan saf dışı bırakmanın sanatı olarak adlandırılan Wing Chun, bu filmde görmeye değer bir mükemmelikte anlatılıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen:Wilson Yip
Oyuncular: Donnie Yen, Sammo Hung Kam Bo,
Simon Yam, Yu Xing Dövüş sanatının efsane ismi Bruce Lee’nin hocası IP Man’in (Yip man) , yarı biyografisini nefes kesici bir şekilde aktaran bu film kesinlikle kaçırılmaması gereken, arşivlik değerde bir yapım.
Kung-Fu’nun alt dalı olan Wing Chun savunma sanatına ışık tutan bu yapımda gizemli bir geçmiş aydınlanıyor. Rakibi, hiçbir darbe almadan saf dışı bırakmanın sanatı olarak adlandırılan Wing Chun, bu filmde görmeye değer bir mükemmelikte anlatılıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Insider

Yönetmen: Michael Mann Oyuncular: Al Pacino, Russell Crowe, Christopher Plummer
Onur, sadakat, dürüstlük ve aile gibi kavramlar Michael Mann için önemli. Bugüne kadarki bir avuç filminde bu temaların bir kısmına doğrudan, bir kısmına ise dolaylı bir biçimde değindi. ‘Köstebek’te de Mann’in genelde öyküsünü anlatırken incelemeyi sevdiği bu temaları bulmak mümkün. Ama bir noktayı gözden kaçırmamak gerek: Masaya yatırdığı bu temalar konusunda kesin yargılar bildirmekten hoşlanmıyor Mann. Olabildiğince nesnel betimliyor her şeyi, ki izleyici kendi sentezine ulaşsın. (...) Henüz yalnızca bir elin parmakları kadar sinema filmine imza atmış olan Michael Mann, Hollywood’un en iyi yönetmenleri arasına adını yazdırma yolunda her filmiyle bir engeli daha aşıyor. ‘Köstebek’ ise onun en iyilerinden biri.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Matrix

Yönetmen: Andy ve Larry Wachowski Oyuncular: Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss
Gerçek ile sanal arasındaki ayrımı yok eden ‘Matrix’, bu tür çift değişkenli karşıtlıklara dayalı sistemlerin, insanın elini kolunu bağladığını, onu köleleştirdiğini, tüm yaşam ‘enerjisini’ emip yok ettiğini söylüyor. Söz konusu sistem, bir ile sıfır seçeneklerine dayalı bilgisayar sistemleri olabileceği gibi, gerçek/sahte, doğa/teknoloji, din/bilim, kadın/erkek, ak/kara gibi karşıtlıklara dayanan tüm düşünce sistemleri de olabilir. Bu çift değişkenli karşıtlıkları reddeden Doğu felsefesinin filmde önemli bir yere sahip olması da bundan kaynaklanıyor. Gerçek ile sahte arasındaki ayrım yok olunca inanç önem kazanıyor... Gelgelelim (‘Matrix’) inancın, inanılan şeyin gerçek ya da geçerli olmasıyla hiçbir ilintisi olmadığını da özenle belirtiyor. Âdeta film, ‘Tanrı ve din yok ama inanç var’ diyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Shawshank Redemption
The Shawshank Redemption (1994)
Yönetmen: Frank Darabont Oyuncular: Tim Robbins, Morgan Freeman, Bob Gunton
Hapishane yaşamının acımasızlığının yanı sıra, suçsuz bir insanın giderek kendini suçlu gibi görmesini ve ‘gerçek’ yaşamdan uzaklaşmasını anlatan yönetmen Darabont, her tiplemenin altını çizerek ulaşılması güç bir gerçeklik kazandırmış filme. Başarılı olarak gördüğümüz hapishane filmlerine baktığımızda, her birinde klâsik hapishane yaşamı içinde farklı noktalar, nüanslar yakaladıklarını görürüz. Her film, kendi içinde sanki başka bir filmi de barındırır. Hapishanedeki yaşamı yansıtırken, daha özel bir öykü de filmin içindeki yerini alır ve finale kadar bu iki unsur atbaşı gider. ‘Esaretin Bedeli’ni de başarılı kılan işte bu unsurdur. Tim Robbins’in canlandırdığı Andy Dufrense tiplemesinin, kendisine hapishane içinde özel bir yaşam kurma isteği ve bunun için çabalaması, filmin tekdüzelikten kurtulup ayrıksılığa yönelmesini sağlar. Her filminde kendini biraz daha geliştiren, günümüz sinemasının usta yorumcusu ve Robert Altman’ın fetiş oyuncularından Tim Robbins başta olmak üzere tüm oyuncuların ayrıntılı kompozisyonları da bu filmi kaçırılmaması gereken bir noktaya doğru itiyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Frank Darabont Oyuncular: Tim Robbins, Morgan Freeman, Bob Gunton
Hapishane yaşamının acımasızlığının yanı sıra, suçsuz bir insanın giderek kendini suçlu gibi görmesini ve ‘gerçek’ yaşamdan uzaklaşmasını anlatan yönetmen Darabont, her tiplemenin altını çizerek ulaşılması güç bir gerçeklik kazandırmış filme. Başarılı olarak gördüğümüz hapishane filmlerine baktığımızda, her birinde klâsik hapishane yaşamı içinde farklı noktalar, nüanslar yakaladıklarını görürüz. Her film, kendi içinde sanki başka bir filmi de barındırır. Hapishanedeki yaşamı yansıtırken, daha özel bir öykü de filmin içindeki yerini alır ve finale kadar bu iki unsur atbaşı gider. ‘Esaretin Bedeli’ni de başarılı kılan işte bu unsurdur. Tim Robbins’in canlandırdığı Andy Dufrense tiplemesinin, kendisine hapishane içinde özel bir yaşam kurma isteği ve bunun için çabalaması, filmin tekdüzelikten kurtulup ayrıksılığa yönelmesini sağlar. Her filminde kendini biraz daha geliştiren, günümüz sinemasının usta yorumcusu ve Robert Altman’ın fetiş oyuncularından Tim Robbins başta olmak üzere tüm oyuncuların ayrıntılı kompozisyonları da bu filmi kaçırılmaması gereken bir noktaya doğru itiyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Lord of the Rings: The Return of the King
The Lord of the Rings: The Return of the King (2003)
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
“Kralın Dönüşü’ serinin en tutarlı filmi. Bu, büyük ölçüde öykünün sonu yaklaştığından Jackson’ın kitaba olan sadakatinin de artmasıyla ilintili. Sonuçta gözleri kör eden görkemlilikte bir Minas Tirith tasvirinin yanında Hüküm Dağı’nın haşmeti ve Minas Tirith surlarının önünde cereyan eden o akıllara durgunluk verecek savaş. (...) Her güzel şeyin, her yüce şeyin, her varlığın, herkesin, kısacası her şeyin geçici ve bir sonu olduğunu da hatırlatıyor bize bu film. Bu ister istemez hikâyenin mistik yanını güçlendiriyor. Ve özellikle serinin hayranlarına üçleme sonlanırken veda edebilme yeteneğini de bahşediyor... Yüzüklerin Efendisi beyazperdede kendi efsanesini yaratıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
“Kralın Dönüşü’ serinin en tutarlı filmi. Bu, büyük ölçüde öykünün sonu yaklaştığından Jackson’ın kitaba olan sadakatinin de artmasıyla ilintili. Sonuçta gözleri kör eden görkemlilikte bir Minas Tirith tasvirinin yanında Hüküm Dağı’nın haşmeti ve Minas Tirith surlarının önünde cereyan eden o akıllara durgunluk verecek savaş. (...) Her güzel şeyin, her yüce şeyin, her varlığın, herkesin, kısacası her şeyin geçici ve bir sonu olduğunu da hatırlatıyor bize bu film. Bu ister istemez hikâyenin mistik yanını güçlendiriyor. Ve özellikle serinin hayranlarına üçleme sonlanırken veda edebilme yeteneğini de bahşediyor... Yüzüklerin Efendisi beyazperdede kendi efsanesini yaratıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Dark Knight
The Dark Knight (2008)
Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Christian Bale, Heath Ledger, Michael Caine
Nolan, ikonik karakterleriyle efsanevi anlar yaratmayı ve sinefillerin hangi damarından kan alacağını içgüdüsel olarak biliyor. Tam da bu nedenle zaman zaman uzun diyaloglar nedeniyle geveze bir film haline de gelse ‘Kara Şövalye’ gönlümüzü geri vermemek üzere çalıyor. Ayrıca Nolan kardeşler Heath Ledger’ın neler yapabileceğini daha senaryo aşamasından hissetmiş olacaklar ki, filmin bizi yerle yeksan eden tüm repliklerini Joker’in ağzından bizlere ulaştırıyor ve neredeyse en iyi sahneleri Joker’e ayırıyorlar.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Christian Bale, Heath Ledger, Michael Caine
Nolan, ikonik karakterleriyle efsanevi anlar yaratmayı ve sinefillerin hangi damarından kan alacağını içgüdüsel olarak biliyor. Tam da bu nedenle zaman zaman uzun diyaloglar nedeniyle geveze bir film haline de gelse ‘Kara Şövalye’ gönlümüzü geri vermemek üzere çalıyor. Ayrıca Nolan kardeşler Heath Ledger’ın neler yapabileceğini daha senaryo aşamasından hissetmiş olacaklar ki, filmin bizi yerle yeksan eden tüm repliklerini Joker’in ağzından bizlere ulaştırıyor ve neredeyse en iyi sahneleri Joker’e ayırıyorlar.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001)
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
Peter Jackson’ın sunduğu, beyazperdeye uğramış bu en canlı ‘başka dünya’ya kapılıp yelkenleri suya indirmemek çok zor. Tolkien kitaplarının illüstratörleri Alan Lee ve John Howe’un da tasarımına katkıda bulunduğu bu dünya, daha Shire’ın yeşilliklerini ilk gördüğümüz andan itibaren soluk alıp vermeye başlıyor. Sadece Hobbitköy, Rivendell, Moria madenleri gibi akıldan çıkmayacak yerlerde değil, grup yoldayken de bunu hissediyorsunuz. Zaten sinemasının kendine has bir dokusu, bir başkalığı olan Jackson, standart büyük bütçeli Hollywood filmlerinde rastlayamayacağımız bir etki yaratmış. ‘Yüzük Kardeşliği’ görkemiyle üstümüze saldırmıyor, gelip bizi yakamızdan yakalamaya çalışmıyor, daha ziyade sükunetle orada durup içine düşmemizi bekliyor sanki.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
Peter Jackson’ın sunduğu, beyazperdeye uğramış bu en canlı ‘başka dünya’ya kapılıp yelkenleri suya indirmemek çok zor. Tolkien kitaplarının illüstratörleri Alan Lee ve John Howe’un da tasarımına katkıda bulunduğu bu dünya, daha Shire’ın yeşilliklerini ilk gördüğümüz andan itibaren soluk alıp vermeye başlıyor. Sadece Hobbitköy, Rivendell, Moria madenleri gibi akıldan çıkmayacak yerlerde değil, grup yoldayken de bunu hissediyorsunuz. Zaten sinemasının kendine has bir dokusu, bir başkalığı olan Jackson, standart büyük bütçeli Hollywood filmlerinde rastlayamayacağımız bir etki yaratmış. ‘Yüzük Kardeşliği’ görkemiyle üstümüze saldırmıyor, gelip bizi yakamızdan yakalamaya çalışmıyor, daha ziyade sükunetle orada durup içine düşmemizi bekliyor sanki.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Braveheart
Braveheart (1995)
Yönetmen: Mel Gibson Oyuncular: Mel Gibson, Sophie Marceau, Patrick McGoohan
Klişeleri ters yüz edecek, türün yapısıyla oynayacak kadar sağlam bir entelektüel donanıma sahip olmamasını bütünüyle unutturacak kadar yetenekli bir yönetmen Gibson. Mizansen, kurgu, film ritmi, çerçeveleme gibi yönetmenlik sanatının temel öğelerine son derece hâkim. Ayrıca sıcak bir mizah duygusuna sahip. Gemleyemediği duygusal çıkışlarını yerinde kullanmasını da beceriyor. Sonuç olarak, ‘Cesur Yürek’ baştan sona rahat seyredilen, birçok sinemasal tat vaat eden bir tür filmi... Sadece ve sadece, görüntü yönetmeni John Toll’un mükemmel çalışması için bile görülür.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Mel Gibson Oyuncular: Mel Gibson, Sophie Marceau, Patrick McGoohan
Klişeleri ters yüz edecek, türün yapısıyla oynayacak kadar sağlam bir entelektüel donanıma sahip olmamasını bütünüyle unutturacak kadar yetenekli bir yönetmen Gibson. Mizansen, kurgu, film ritmi, çerçeveleme gibi yönetmenlik sanatının temel öğelerine son derece hâkim. Ayrıca sıcak bir mizah duygusuna sahip. Gemleyemediği duygusal çıkışlarını yerinde kullanmasını da beceriyor. Sonuç olarak, ‘Cesur Yürek’ baştan sona rahat seyredilen, birçok sinemasal tat vaat eden bir tür filmi... Sadece ve sadece, görüntü yönetmeni John Toll’un mükemmel çalışması için bile görülür.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Titanic
Titanic (1997)
Yönetmen: James Cameron Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Gloria Stuart
“Titanik’ aşk, cesaret, adelet, dürüstlük, fedakarlık, azim gibi çok temel insani erdemlerin üzerinde dolaşan öyküsü, 3 saati aşkın süresi, ihtişamı, bir ‘dönem filmi’nin özelliklerini de taşıması, etkileyici resimleri ve hatta ‘dokunaklı’ müziği ile ‘Rüzgar Gibi Geçti’den bugüne gelen bir Hollywood geleneğinin dört dörtlük bir temsilcisi. (...) James Cameron, seyirciyi koltuğundan yaka paça alıp götürüyor ve en klasik öykülerden çattığı, en sağlam yöntemlerle inşaa ettiği ve en popüler türlerle süslediği öyküsünün içinde, 3 saat boyunca soluk bile almasına izin vermeden dolaştırıyor. (...) Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, 3 saat boyunca bir tek plan bile aksamıyor. İşte bu yüzden, Cameron, yetenekli, deneyimli, ne yaptığını bilen ve işini nakış işler gibi yapan bir zanaatkâr; filmi ise, hem insanı kendine hayran bırakacak, hem de asabını bozacak kadar mükemmel...
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: James Cameron Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Gloria Stuart
“Titanik’ aşk, cesaret, adelet, dürüstlük, fedakarlık, azim gibi çok temel insani erdemlerin üzerinde dolaşan öyküsü, 3 saati aşkın süresi, ihtişamı, bir ‘dönem filmi’nin özelliklerini de taşıması, etkileyici resimleri ve hatta ‘dokunaklı’ müziği ile ‘Rüzgar Gibi Geçti’den bugüne gelen bir Hollywood geleneğinin dört dörtlük bir temsilcisi. (...) James Cameron, seyirciyi koltuğundan yaka paça alıp götürüyor ve en klasik öykülerden çattığı, en sağlam yöntemlerle inşaa ettiği ve en popüler türlerle süslediği öyküsünün içinde, 3 saat boyunca soluk bile almasına izin vermeden dolaştırıyor. (...) Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, 3 saat boyunca bir tek plan bile aksamıyor. İşte bu yüzden, Cameron, yetenekli, deneyimli, ne yaptığını bilen ve işini nakış işler gibi yapan bir zanaatkâr; filmi ise, hem insanı kendine hayran bırakacak, hem de asabını bozacak kadar mükemmel...
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Gladiator

Yönetmen: Ridley Scott Oyuncular: Russell Crowe, Joaquin Phoenix, Connie Nielsen
“Scott, Antik Roma’yı ne kadar ‘rüya’ gibi sunuyorsa, savaş alanını ve arenayı da o kadar gerçekçi ve sert sunmaya çalışıyor. Bilgisayar ürünü seyircilerle doldurulmuş o göz alıcı Colosseum’un ortasında, gladyatörler birbirlerine girdiğinde, bize sürekli değişen kamera açılarından sunulan kısa kısa görüntülerden bu adrenalin yüklü, kanlı aksiyonda kaybolmamaya, ayağımızı basacak sağlam bir yer bulmaya çalışıyoruz. Scott’un elde ettiği sonuç gerçekten baş döndürücü ve heyecanlı. (...) ‘Gladyatör’ hem 90’lardaki işleri pek beğenilmeyen Ridley Scott’ın ismini yeniden zirveye taşımış, hem de ‘kılıç ve sandalet’ türünün bir anlamda yeniden doğuşuna önayak olmuştu. Bugün Hollywood’un ‘Truva’ ve ‘İskender’ gibi yapımlara çok büyük bütçeler ayırabilmesinde, Scott’ın bu görkemli tarihsel aksiyon filminin önemli payı var.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Lord of the Rings: The Two Towers
The Lord of the Rings: The Two Towers (2002)
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
Peter Jackson ikinci filmde de sinemanın eldeki bütün imkânlarından doğru orantıda yararlanmış. Gene aynı harikulade Yeni Zelanda mekânlarında, rollerine cuk oturmuş oyuncularla, ustaca bilgisayar efektleri, makyaj ve maket bileşimiyle, daha da mükemmel bir film yapmış... Peter Jackson ve ekibi, ‘Yüzüklerin Efendisi’ni sevgiyle yoğurarak yapmış, filmin her ânında bunu hissetmek mümkün. En büyük, akıl durdurucu savaş sahnesinde bile, filmin odak noktası bu dünyanın insanları, onların duyguları, istekleri.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
Peter Jackson ikinci filmde de sinemanın eldeki bütün imkânlarından doğru orantıda yararlanmış. Gene aynı harikulade Yeni Zelanda mekânlarında, rollerine cuk oturmuş oyuncularla, ustaca bilgisayar efektleri, makyaj ve maket bileşimiyle, daha da mükemmel bir film yapmış... Peter Jackson ve ekibi, ‘Yüzüklerin Efendisi’ni sevgiyle yoğurarak yapmış, filmin her ânında bunu hissetmek mümkün. En büyük, akıl durdurucu savaş sahnesinde bile, filmin odak noktası bu dünyanın insanları, onların duyguları, istekleri.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Memento
Memento (2000)
Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Guy Pearce, Carrie-Anne Moss, Joe Pantoliano
Akıl Defteri’nin en dikkat çekici ve seyirciyi en çok çarpan özelliği, hikâyeyi geriye doğru anlatma meselesi... Hikâyenin geriye giderek anlatılan kısmı çok karmaşık olmamasına rağmen, bu ‘basit’ hamle seyirciyi şaşkına çeviriyor ve ciddi algılama sorunlarıyla başbaşa bırakıyor. ‘Zaman’la ilişkimizin çok sorunlu olduğunu göstermesi açısından, hayli öğretici bir deneyim... Daha önemlisi: Nolan, laf olsun ya da ilginçlik olsun diye değil, hikâyesi gerektirdiği için zamanı tersine çeviriyor. (...) Bunlar, ‘Akıl Defteri’nin, kara film/polisiye tarihinde bir köşetaşı olmasına yetiyor...
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Guy Pearce, Carrie-Anne Moss, Joe Pantoliano
Akıl Defteri’nin en dikkat çekici ve seyirciyi en çok çarpan özelliği, hikâyeyi geriye doğru anlatma meselesi... Hikâyenin geriye giderek anlatılan kısmı çok karmaşık olmamasına rağmen, bu ‘basit’ hamle seyirciyi şaşkına çeviriyor ve ciddi algılama sorunlarıyla başbaşa bırakıyor. ‘Zaman’la ilişkimizin çok sorunlu olduğunu göstermesi açısından, hayli öğretici bir deneyim... Daha önemlisi: Nolan, laf olsun ya da ilginçlik olsun diye değil, hikâyesi gerektirdiği için zamanı tersine çeviriyor. (...) Bunlar, ‘Akıl Defteri’nin, kara film/polisiye tarihinde bir köşetaşı olmasına yetiyor...
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Green Mile

Yönetmen: Frank Darabont Oyuncular: Tom Hanks, Michael Clarke Duncan, David Morse
İlk uzun metraj filmi “Esaretin Bedeli” ile büyük bir başarıya imza atan Frank Darabont, 5 yıllık bir aradan sonra seyirci karşısına çıkan ikinci yönetmenlik denemesinde de benzer bir formül uyguluyarak, garantici olmayı seçmişti. Söz konusu olan yine bir Stephen King uyarlamasıydı ve ana mekân yine bir hapishaneydi. Fakat görünürdeki bu benzerlikler bir yana, “Yeşil Yol” kimi yönleriyle de “Esaretin Bedeli”nden açıkça ayrılmaktaydı. Her şeyden önce filmin gerçeküstü ve masalsı yönleriyle gelen, daha plastik ve stilize bir görsel yapısı vardı. Diğer yandan, masalsı boyutu bir yana, “Yeşil Yol” yer yer hem görüntüleri, hem de hikâyesi açısından çok daha karanlık olabilen bir filmdi. İşin doğrusu, kimi yönleriyle tipik bir Hollywood yapımı, kimi yönleriyleyse bağımsız yapımlardan beklenecek ölçüde cüretkâr olan “Yeşil Yol” belki kusursuz bir film değildi ama bu garip ve alışılmadık hâline rağmen sayısız izleyiciyi tavlamayı becermişti.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Prestige

Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Hugh Jackman, Christian Bale, Michael Caine
Nolan insan algısıyla oynamayı seviyor. Sihirbazlık aldatmacalarını hikâyesine hizmet eden bir unsur olarak kullanıyor sadece. Böylece, anlık, geçici etkileri olan ve şaşkınlık yaratan sürprizlerden ibaret bir film (zanaat) yerine, tam anlamıyla bir sanat eseri ortaya koymuş oluyor. Alfred Borden’ın da filmde dediği gibi ‘karşındaki senin sırrını öğrenirse gözünde hiçbir değerin kalmaz’. Nolan, filmdeki sırlar açığa çıktıktan sonra bile izleyicide bir iz bırakmayı biliyor. Bunu bir kavramın etrafına ördüğü öyküsüyle, müthiş görselliği ve harikulade kurgu anlayışıyla yaparak, numaralar üreten bir hokkabaz değil, gerçek bir büyücü olduğunu bizlere kanıtlıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Saving Private Ryan
Saving Private Ryan (1998)
Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Tom Hanks, Matt Damon, Tom Sizemore
Er Ryan’ı Kurtarmak’, sağ kanat Amerikan sinemacılarının savaşa olan yaklaşımlarının ne kadar içi boş, kof olduğunu kanıtlayan sarsıcı bir film. Bu filmin ve tuhaf hikâyesinin bize anlattığı tek şey de bu galiba: savaş, ahlaki ya da politik dersler çıkarılamayacak kadar korkunç, tuhaf ve gerçeküstü bir durum. Yüzbaşının dediği gibi ‘Adam öldürdükçe evimden daha çok uzaklaşıyorum’. Yani hedef kutsal bile olsa savaş insanı insanlıktan çıkaran bir olay ve sonuçta o trajediyi yaşayanların kazanacağı hiçbir şey yok. Spielberg, ABD toplumu için -hele onun gibi Yahudi kökenli biri için- anlamı hiçbir zaman tartışılamayacak, Avrupa’daki faşizmi sona erdiren bir savaşı anlatırken bile anti-militarist olmayı beceriyor ya, işte bu önemli bir erdem.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Tom Hanks, Matt Damon, Tom Sizemore
Er Ryan’ı Kurtarmak’, sağ kanat Amerikan sinemacılarının savaşa olan yaklaşımlarının ne kadar içi boş, kof olduğunu kanıtlayan sarsıcı bir film. Bu filmin ve tuhaf hikâyesinin bize anlattığı tek şey de bu galiba: savaş, ahlaki ya da politik dersler çıkarılamayacak kadar korkunç, tuhaf ve gerçeküstü bir durum. Yüzbaşının dediği gibi ‘Adam öldürdükçe evimden daha çok uzaklaşıyorum’. Yani hedef kutsal bile olsa savaş insanı insanlıktan çıkaran bir olay ve sonuçta o trajediyi yaşayanların kazanacağı hiçbir şey yok. Spielberg, ABD toplumu için -hele onun gibi Yahudi kökenli biri için- anlamı hiçbir zaman tartışılamayacak, Avrupa’daki faşizmi sona erdiren bir savaşı anlatırken bile anti-militarist olmayı beceriyor ya, işte bu önemli bir erdem.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Eşkıya
Eşkıya (1996)
Yönetmen: Yavuz Turgul Oyuncular: Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Şen
Eşkıya’nın temelinde, kâh kendi başlarına kâh birbirleriyle iç içe geçerek karşımıza çıkan üç öğe bulunuyor: Masalsı anlatım, Doğulu tema ve aşk (mâlumu ilan etmek pahasına ‘Doğu’nun, Türkiye’nin değil dünyanın doğusunu ifade ettiğini belirtelim). ‘Eşkıya’, Turgul’un yazdığı ve/veya yönettiği filmlerin iki belirgin özelliğini (değişim teması ile mistik, masalsı öykü/üslup), ilk kez bu kadar ‘eşit’ ve yetkin biçimde biraraya getiriyor. Turgul, ‘Züğürt Ağa’dan bu yana ‘değişim’i el alıyor; filmlerindeki ana karakterleri değişim karşısında aldıkları tavırları ile tanımlamak mümkün: Değişime karşı bilinçli bir şekilde direnen ‘Muhsin Bey’, değişime uyum göstermeye çalışan ancak başaramayan ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ Haşmet Asilkan ve ‘Gölge Oyunu’nun, değişimin farkında bile olmayan, giderek bir çığ halini alan bu kartopunun altında kalmaya mahkûm görünen kahramanları Abidin ile Mahmut... Bu tema ‘Eşkıya’da da ön planda…
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Yavuz Turgul Oyuncular: Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Şen
Eşkıya’nın temelinde, kâh kendi başlarına kâh birbirleriyle iç içe geçerek karşımıza çıkan üç öğe bulunuyor: Masalsı anlatım, Doğulu tema ve aşk (mâlumu ilan etmek pahasına ‘Doğu’nun, Türkiye’nin değil dünyanın doğusunu ifade ettiğini belirtelim). ‘Eşkıya’, Turgul’un yazdığı ve/veya yönettiği filmlerin iki belirgin özelliğini (değişim teması ile mistik, masalsı öykü/üslup), ilk kez bu kadar ‘eşit’ ve yetkin biçimde biraraya getiriyor. Turgul, ‘Züğürt Ağa’dan bu yana ‘değişim’i el alıyor; filmlerindeki ana karakterleri değişim karşısında aldıkları tavırları ile tanımlamak mümkün: Değişime karşı bilinçli bir şekilde direnen ‘Muhsin Bey’, değişime uyum göstermeye çalışan ancak başaramayan ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ Haşmet Asilkan ve ‘Gölge Oyunu’nun, değişimin farkında bile olmayan, giderek bir çığ halini alan bu kartopunun altında kalmaya mahkûm görünen kahramanları Abidin ile Mahmut... Bu tema ‘Eşkıya’da da ön planda…
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Pianist
The Pianist (2002)
Yönetmen: Roman Polanski Oyuncular: Adrien Brody, Thomas Kretschmann, Frank Finlay
Polanski içinse son derece kişisel bir proje söz konusu olan. Yönetmenin Szpilman karakteriyle belli bir özdeşleşme yaşadığını iddia etmek yanlış olmaz. Tıpkı filminin başkahramanı gibi, ailesi toplama kampındayken (hatta annesi ölürken) yaşama mücadelesi veren Polanski, çoğu kişinin yapacağının aksine duygu sömürüsünden uzak, asla ağlak olmaya çalışmayan bir soykırım filmine imza atıyor. Savaşı ve savaşın içindeki şiddeti filminde öne çıkartmasa da, benzerlerine kıyasla çok daha sarsıcı ve şoke edici kimi sahneler yaratıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Roman Polanski Oyuncular: Adrien Brody, Thomas Kretschmann, Frank Finlay
Polanski içinse son derece kişisel bir proje söz konusu olan. Yönetmenin Szpilman karakteriyle belli bir özdeşleşme yaşadığını iddia etmek yanlış olmaz. Tıpkı filminin başkahramanı gibi, ailesi toplama kampındayken (hatta annesi ölürken) yaşama mücadelesi veren Polanski, çoğu kişinin yapacağının aksine duygu sömürüsünden uzak, asla ağlak olmaya çalışmayan bir soykırım filmine imza atıyor. Savaşı ve savaşın içindeki şiddeti filminde öne çıkartmasa da, benzerlerine kıyasla çok daha sarsıcı ve şoke edici kimi sahneler yaratıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Slumdog Millionaire
Slumdog Millionaire (2008)
Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: Dev Patel, Saurabh Shukla, Anil Kapoor
Milyoner’, zeki bir numarayla sağlam bir yapı kuran senaryosu sağ olsun, gayet iyi başlıyor. Yarım saat sonra söz konusu numara cazibesini yitirmesin diye senaryo keskin bir viraj almak zorunda kalıyor. Tamam, normal. Fakat o virajla en demodesinden bir aşk hikâyesi olma yoluna giriyor ki sonu uçurum. ‘Ama Bollywood filmiymiş gibi yapıyor, Bollywood’da aşk hikâyeleri böyledir’ demesin kimse. Bunun adı sığlıktır, ‘homage’ değil.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: Dev Patel, Saurabh Shukla, Anil Kapoor
Milyoner’, zeki bir numarayla sağlam bir yapı kuran senaryosu sağ olsun, gayet iyi başlıyor. Yarım saat sonra söz konusu numara cazibesini yitirmesin diye senaryo keskin bir viraj almak zorunda kalıyor. Tamam, normal. Fakat o virajla en demodesinden bir aşk hikâyesi olma yoluna giriyor ki sonu uçurum. ‘Ama Bollywood filmiymiş gibi yapıyor, Bollywood’da aşk hikâyeleri böyledir’ demesin kimse. Bunun adı sığlıktır, ‘homage’ değil.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
V for Vendetta
V for Vendetta - (2005)
Yönetmen: James McTeigue Oyuncular: Natalie Portman, Hugo Weaving, Stephen Rea
Filmin kitap kadar çok karakteri, kitap kadar ayrıntılı bir şekilde ele almaması birçok uyarlamada karşımıza çıkan, artık alışılmış ve uyarlamanın niteliğine çok da etki etmiyormuş gibi görülmeye başlanmış bir durum. Oysa V for Vendetta gibi bir distopya öyküsünde bu, görsel olarak çizilen topluma gerçekten ‘hayat veriyor’. Moore’un anlattığı gelecek hakkında zihnimizde çok net bir his ve net resimler kalıyor- film ise anlatıyı ‘seyreltmek’ zorunda kaldığı için, kahramanının mücadelesini ve ana karakterlerini unutulmaz kılmada güçlük çekmese de, tam anlamıyla yaşayan ve unutulmaz bir gelecek yaratamıyor. Moore’un ‘totaliter kâbus’u genel motifleriyle filminkinden çok daha ‘standart’ olsa da, insanları ve sokakları anlatmaya daha çok yer ayırdığı için, daha canlı görünüyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: James McTeigue Oyuncular: Natalie Portman, Hugo Weaving, Stephen Rea
Filmin kitap kadar çok karakteri, kitap kadar ayrıntılı bir şekilde ele almaması birçok uyarlamada karşımıza çıkan, artık alışılmış ve uyarlamanın niteliğine çok da etki etmiyormuş gibi görülmeye başlanmış bir durum. Oysa V for Vendetta gibi bir distopya öyküsünde bu, görsel olarak çizilen topluma gerçekten ‘hayat veriyor’. Moore’un anlattığı gelecek hakkında zihnimizde çok net bir his ve net resimler kalıyor- film ise anlatıyı ‘seyreltmek’ zorunda kaldığı için, kahramanının mücadelesini ve ana karakterlerini unutulmaz kılmada güçlük çekmese de, tam anlamıyla yaşayan ve unutulmaz bir gelecek yaratamıyor. Moore’un ‘totaliter kâbus’u genel motifleriyle filminkinden çok daha ‘standart’ olsa da, insanları ve sokakları anlatmaya daha çok yer ayırdığı için, daha canlı görünüyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Kill Bill: Vol. 1

Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Uma Thurman, Lucy Liu, David Carradine
Tarantino’nun gerek ‘hikâye etme’ biçimi gerekse sahneleri birbirinden ayıran eklektik reji tarzı, birçok genç sinemacıyı derinden etkileyebilir. Önümüzdeki yıllarda sinema yapmaya sıvanan genç yönetmenler, inandırıcılık, sahicilik meselelerini bir yana bırakarak, kendi sinemasal fetişlerinin peşine düşen filmler çekmekte çok daha cesur davranabilirler. ‘Kill Bill’in bu yönüyle öncü niteliği taşıyan bir film olabileceğini düşünüyorum. Lakin, böyle bir nitelik taşımasa da, öneminden bir şey kaybedeceğini sanmam. Bu öyle bir film ki, seyrettiğimiz her şey tanıdık ve bildik ama film bir bütün olarak tek kelimeyle eşsiz...
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
A Beautiful Mind
A Beautiful Mind (2001)
Yönetmen: Ron Howard Oyuncular: Russell Crowe, Ed Harris, Jennifer Connelly
Ron Howard’ın bir usta olduğunu iddia edecek değilim, ama yönetmenliğinin belli bir tadı olduğunu düşünürüm. Hoş bir gözü vardır. Geniş kitleler için film yapmayı iyi bilir. Onun sınırlarını da hafiften esnetir. Fakat Howard bu filmde kendi gibi olmaktan vazgeçiyor, ‘iyi yönetmen’ taklidi yapıyor, başka bir ligde oynamaya soyunuyor ve bütün bunların altında eziliyor. Kendi gibi olsa sonuç çok daha iyi olurdu eminim, ama bu hâliyle filmin yönetmenliği için ‘hazin’ diyebilirim. Son derece demode birtakım teknikler ve fikirler, yeni ve mühimmiş gibi karşımıza çıkarılıyor. Nash odasında çalışırken kameranın geri kayması ve mevsimlerin değişmesi, yerdeki gazete kupürlerine bakarken bazılarının yanıp sönmesi özellikle aklımda kalan planlar. İyi yönetmenlik bu mu şimdi? Sene 2002.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Ron Howard Oyuncular: Russell Crowe, Ed Harris, Jennifer Connelly
Ron Howard’ın bir usta olduğunu iddia edecek değilim, ama yönetmenliğinin belli bir tadı olduğunu düşünürüm. Hoş bir gözü vardır. Geniş kitleler için film yapmayı iyi bilir. Onun sınırlarını da hafiften esnetir. Fakat Howard bu filmde kendi gibi olmaktan vazgeçiyor, ‘iyi yönetmen’ taklidi yapıyor, başka bir ligde oynamaya soyunuyor ve bütün bunların altında eziliyor. Kendi gibi olsa sonuç çok daha iyi olurdu eminim, ama bu hâliyle filmin yönetmenliği için ‘hazin’ diyebilirim. Son derece demode birtakım teknikler ve fikirler, yeni ve mühimmiş gibi karşımıza çıkarılıyor. Nash odasında çalışırken kameranın geri kayması ve mevsimlerin değişmesi, yerdeki gazete kupürlerine bakarken bazılarının yanıp sönmesi özellikle aklımda kalan planlar. İyi yönetmenlik bu mu şimdi? Sene 2002.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl
Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl (2003)
Yönetmen: Gore Verbinski Oyuncular: Johnny Depp, Geoffrey Rush, Orlando Bloom
Bir zamanların pazar sinemalarını hatırlatan “Karayip Korsanları” serisinin fitili 2003 yılında “Siyah İnci’nin Laneti” ile ateşlenmiş ve film çabucak bir klasiğe dönüşmüştü. Açıkçası bunun için gerekli tüm özelliklere de sahipti. Uzun zamandır el atılmayan bir alt türe, korsan filmlerine öykünerek nostalji yapıyor, diğer yandan bu türü bilimkurgu, fantastik, korku, komedi ve duygusal gibileriyle harmanlayarak ortaya melez bir formül çıkartıyor, aynı zamanda son model özel efektlerle yeniliyordu. Başka bir deyişle, perdeye taşıdığı kimi imgeler ve mitlerle eski usül, diğer yandan bu mitleri inşa ediş ve seyirciye sunuş şekliyle ziyadesiyle modern bir filmdi “Siyah İnci’nin Laneti”. Sadece gişede başarılı olmakla kalmayan ve eleştirmenlerden de epey övgü toplayan film, aynı zamanda Jack Sparrow rolünde şahane bir performans sergileyen Johnny Depp’e de bir Oscar adaylığı getirmişti.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Gore Verbinski Oyuncular: Johnny Depp, Geoffrey Rush, Orlando Bloom
Bir zamanların pazar sinemalarını hatırlatan “Karayip Korsanları” serisinin fitili 2003 yılında “Siyah İnci’nin Laneti” ile ateşlenmiş ve film çabucak bir klasiğe dönüşmüştü. Açıkçası bunun için gerekli tüm özelliklere de sahipti. Uzun zamandır el atılmayan bir alt türe, korsan filmlerine öykünerek nostalji yapıyor, diğer yandan bu türü bilimkurgu, fantastik, korku, komedi ve duygusal gibileriyle harmanlayarak ortaya melez bir formül çıkartıyor, aynı zamanda son model özel efektlerle yeniliyordu. Başka bir deyişle, perdeye taşıdığı kimi imgeler ve mitlerle eski usül, diğer yandan bu mitleri inşa ediş ve seyirciye sunuş şekliyle ziyadesiyle modern bir filmdi “Siyah İnci’nin Laneti”. Sadece gişede başarılı olmakla kalmayan ve eleştirmenlerden de epey övgü toplayan film, aynı zamanda Jack Sparrow rolünde şahane bir performans sergileyen Johnny Depp’e de bir Oscar adaylığı getirmişti.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Saw
Saw (2004)
Yönetmen: James Wan Oyuncular: Danny Glover, Cary Elwes, Tobin Bell
“Testere” David Lynch ve Dario Argento hayranı genç yönetmen James Wan ve senarist Leigh Whannell’ın yarattığı uzun bir film serisinin ilki olarak çok ses getiren, fenomene dönüşen başarılı bir başlangıçtı. Bir milyon doları biraz aşan bütçesiyle 18 günde çekilen ve 55 milyon dolarlık gişe geliriyle bağımsız bir korku filmi olmaktan çıkıp bir üst lige sıçramayı başaran “Testere”; Wan ve Whannell’in beş yıl süren çabalarının sonucunda ortaya çıkmıştı. Birbirini tanımayan insanları berbat açmazların içine sokarak elini kana bulamadan öldürmenin kurnazca yolunu bulmuş olan Jigsaw, şüphesiz sinema tarihinin en tuhaf psikopatlarından biri olarak anılacak. “Testere”nin başarısında, filmin klostrofobik, sinir bozucu atmosferinin kuşkusuz büyük etkisi var. Kendi canını kurtarmak için başkasını öldürmek zorunda kalan kahramanlarıyla film, vizyona çıktıktan sonra her yıl devamı çekilmek suretiyle ticari ve popüler başarısını kısık ateşte de olsa sürdürmeye devam ediyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: James Wan Oyuncular: Danny Glover, Cary Elwes, Tobin Bell
“Testere” David Lynch ve Dario Argento hayranı genç yönetmen James Wan ve senarist Leigh Whannell’ın yarattığı uzun bir film serisinin ilki olarak çok ses getiren, fenomene dönüşen başarılı bir başlangıçtı. Bir milyon doları biraz aşan bütçesiyle 18 günde çekilen ve 55 milyon dolarlık gişe geliriyle bağımsız bir korku filmi olmaktan çıkıp bir üst lige sıçramayı başaran “Testere”; Wan ve Whannell’in beş yıl süren çabalarının sonucunda ortaya çıkmıştı. Birbirini tanımayan insanları berbat açmazların içine sokarak elini kana bulamadan öldürmenin kurnazca yolunu bulmuş olan Jigsaw, şüphesiz sinema tarihinin en tuhaf psikopatlarından biri olarak anılacak. “Testere”nin başarısında, filmin klostrofobik, sinir bozucu atmosferinin kuşkusuz büyük etkisi var. Kendi canını kurtarmak için başkasını öldürmek zorunda kalan kahramanlarıyla film, vizyona çıktıktan sonra her yıl devamı çekilmek suretiyle ticari ve popüler başarısını kısık ateşte de olsa sürdürmeye devam ediyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Sixth Sense
The Sixth Sense (1999)
Yönetmen: M. Night Shyamalan Oyuncular: Bruce Willis, Haley Joel Osment, Toni Collette
Shyamalan finaldeki sürprizin ortaya çıkardığı durumla, sinemanın doğasına ait bir niteliği alıp öykünün işlemesi için kendinden menkul, somut bir varlık haline getirmiş oluyor aslında. Bu ‘Altıncı His’te her şeyin nasıl da seyirciyi yönlendirme aracı hâline geldiğinin iyi bir örneği. Shyamalan bu açıdan (daha birçok açıdan olduğu gibi) Spielberg sinemasına epey yakın bir yerde duruyor. ‘Altıncı His’in can damarı öykü, estetik ya da anlam değil, seyirci üzerindeki etki. İster ürperti ister acıma hissi olsun, seyircide belli bir duygu uyandırmanın peşine düşüyor Shyamalan. Ve dehşet içinde bir çocuktan vicdan azabı içinde kıvranan bir adama, çaresizlikten perişan olan bir anneye, her tür insani malzemeyi de bu uğurda kullanıyor. Belki bu yüzden bazı sinema yazarları filme ‘korku filmi’ muamelesi etmeye yanaşmıyor, çünkü bütün o ölülerin arasında Shyamalan bir taraftan da ısrarla aile dramı yapıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: M. Night Shyamalan Oyuncular: Bruce Willis, Haley Joel Osment, Toni Collette
Shyamalan finaldeki sürprizin ortaya çıkardığı durumla, sinemanın doğasına ait bir niteliği alıp öykünün işlemesi için kendinden menkul, somut bir varlık haline getirmiş oluyor aslında. Bu ‘Altıncı His’te her şeyin nasıl da seyirciyi yönlendirme aracı hâline geldiğinin iyi bir örneği. Shyamalan bu açıdan (daha birçok açıdan olduğu gibi) Spielberg sinemasına epey yakın bir yerde duruyor. ‘Altıncı His’in can damarı öykü, estetik ya da anlam değil, seyirci üzerindeki etki. İster ürperti ister acıma hissi olsun, seyircide belli bir duygu uyandırmanın peşine düşüyor Shyamalan. Ve dehşet içinde bir çocuktan vicdan azabı içinde kıvranan bir adama, çaresizlikten perişan olan bir anneye, her tür insani malzemeyi de bu uğurda kullanıyor. Belki bu yüzden bazı sinema yazarları filme ‘korku filmi’ muamelesi etmeye yanaşmıyor, çünkü bütün o ölülerin arasında Shyamalan bir taraftan da ısrarla aile dramı yapıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
No Country for Old Men

Yönetmen: Joel ve Ethan Coen Oyuncular: Javier Bardem, Tommy Lee Jones, Josh Brolin
İnsanlığın tüm kötülüğünü üzerine yüklenmiş bir psikopat portresi çizen Anton Chigurh’un karşılaştığı ve katlettiği çevre halkından simalar, alelade bir adamken para için hem kendisini hem de ailesini tehlikeye atan Llewelyn’in eylemlerinin aslında Chigurh’tan çok da ayrışmaması, yine Llewelyn’in karşılaştığı her biri kendi çıkarını önemseyen insanlar, Şerif Ed Bell’in onca erdemine rağmen sürekli olarak olaydan uzak durmak ve olaya dâhil olmak arasında gidip gelerek sonunda belli bir pişmanlık yaşaması…Tüm bunlar filmde Coenler’in, ana hikâyedeki olay örgüsüne dair farazi detaylardan çok daha fazla önemsediği meseleler. Coenler’in, izleyicileri için de tasarladığı esas etki filmin bu noktalarında kendisini gösteriyor. Hâliyle çantaya ne olduğu ya da uyuşturucu pazarlığının kimler arsında olduğu, Chigurh’un, Ed Bell’in akıbeti, ortada neler olup bittiği gibi olay örgüsüne dair ilkel beklentilerden ziyade, karakterlerin yaşadıkları, başlarına gelenlerle ve kendi eylemleriyle anlattıkları çok daha önemli…Mevzuyu iyiden iyiye sindirebilmemiz için Ed Bell’in bir rüyasını anlattığı sahneyse, gerçekten son yılların en müthiş final sahnelerinden biri.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Heat

Yönetmen: Michael Mann Oyuncular: Al Pacino, Robert DeNiro, Val Kilmer
Büyük Hesaplaşma’ yalnızca olay örgüsüyle değil, karakterleri ve onların üstünde duruş biçimiyle de tam bir ‘film noir’. Senarist-yönetmen Michael Mann, sıkça karşımıza çıkan hırsızpolis yakınlaşmasını ele alıyor ve hemen içine giriyor. Kişinin kendini tamamen adadığı şeyle tanımladığını anlatıyor. Sürecin, sebep ve sonuçtan daha önemli olabileceğini, hatta bazıları için önemli olan tek nokta, bir bağımlılık olabileceğini anlatıyor. Ancak bunu anlatırken zaman zaman gözümüzün içine sokuyor, özellikle de Pacino ve DeNiro’nun karşı karşıya olduğu iki sahnede. Belki klişenin üstündeki toz yığınını kaldıramayacağından, kendi analizinin seyirciye ulaşmayacağından korkuyor ve bir noktanın altını çizdiğinde kalın çiziyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Kill Bill: Vol. 2

Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Uma Thurman, David Carradine
“Tarantino, ‘Kill Bill’in ikiye bölünmesinden son derece memnun. Hatta Miramax’ın kabul edeceğini bilseymiş projeyi baştan öyle sunarmış. Neticede daha önce 3.5 saatlik filmler izledik ama Tarantino, bu uzunluktaki filmlerin kendini beğenmiş bir yanları olduğu görüşünde ve ‘Kill Bill’in konusu üzerinde meditasyon yapan bir sanat filmi olmasını tercih etmemiş. İkiye bölünmüş olmasının ‘Kill Bill’in dramatik yapısını etkilediğini söylüyor ama bu ona göre olumlu bir gelişme. Tarantino’ya kulak verelim: ‘İlk film, sadece iyi vakit geçirmek ve eğlendirmekle ilgiliyken ikincisi hikâyenin daha derinlerine iniyor. ‘Kill Bill: Vol. 2’ yine şiddet içeren bir film ancak bu sefer 14 dakika süren kavga sekansları yok. Artık sadece listedekileri öldürmekle uğraşmıyoruz, işler daha da karışıyor. İnsan unsuru hikâyeye şimdi giriyor.’ İlk filmin sonunda Hattori Hanzo şöyle diyordu: ‘İntikam asla düz bir çizgi değildir; içinde kaybolmanın ve nereden girdiğini unutmanın kolay olduğu bir ormandır.” Bu benzetmeden yola çıkarsak, Tarantino’ya göre ilk film düz bir çizgiyken ikincisi ormanın ta kendisi!
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Matrix Reloaded

Yönetmen: Andy Wachowski, Larry Wachowski Oyuncular: Keanu Reeves, Carrie-Anne Moss, Laurence Fishburne
The Matrix Reloaded’ kendi başına film olmanın hiçbir gereğini yerine getirmiyor, ama kendini bir film olarak sunuyor. Oysa aslında bir oyuna davet, bir link haritası, bir yap-boz oyunun iskeleti daha ziyâde. Ve ancak dâvete icâbet eder, oyununu kurallarını bellemek için çabalarsanız anlamlandırabiliyor, zevk alabiliyorsunuz hakkıyla. Sonunda geleceğin interaktif sinemasına giden bir yolda dolaştığınızı anlıyorsunuz. (...) Sinema tarihi pekâlâ bir Matrix metaforu olarak ele alınabilir. Nasıl ki Matrix’te insanlar küçük hücrelerinde, ana rahmindeki gibi hiçbir şey yapmadan duruyor ve sanal bir dünyanın imgelerini gerçek diye izliyorsa, sinema seyircisi de koltuğa bağlanıp, sanal görüntülere boş bakmaya yönlendiriliyor. Matrix filmleri ve yan metinleri izleyiciyi uyandırmaya çalışıyor. Uzun uykuların derin mahmurluğunu bölebilmek için de seyircisine oyun oynuyor, ‘Uyan da oynayalım’ diyor. Tabii iki seçeneğiniz var: Ya bildik filmleri uyuklayarak izlemeye devam edeceksiniz, ya da sinemanın gitmekte olduğu yeni, çatallı yollara düşeceksiniz.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Troy
Troy (2004)
Yönetmen: Wolfgang Petersen Oyuncular: Brad Pitt, Eric Bana, Orlando Bloom, Diane Kruger
Epik film deyince insanın aklına ister istemez David Lean geliyor. Petersen, ‘Truva’da tam olarak onun varisi gibi bir tavır sergiliyor; filmdeki yönetmenliği sanki onun mirasına layık olabilme gayretinin bir yansıması. Lean’in mirasının, tümüyle görkemli bir sinema üzerine bina edilmekle birlikte akıldan kolay çıkmayan bir yönetmenlikle de desteklendiğini unutmamak gerek. Epik film deyip geçmeyin! Bunun arkasında gözkamaştırıcı bir görsellikle seyircinin gözünü boyayarak ve şaşkınlığından faydalanarak onu sömürmek de var. Epik addedilen filmlerde vasat yönetmenliği perdelemek zor olmuyor. Fakat ne 60 ve 70’lerin Lean sineması öyleydi ne de günümüzün Petersen’ının sineması öyle görünüyor. İki yönetmenin topraklarında görkemlilik iyi yönetmenliğin önüne geçmiyor; fakat iyi yönetmenlik de filmin önünü kapatmıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Wolfgang Petersen Oyuncular: Brad Pitt, Eric Bana, Orlando Bloom, Diane Kruger
Epik film deyince insanın aklına ister istemez David Lean geliyor. Petersen, ‘Truva’da tam olarak onun varisi gibi bir tavır sergiliyor; filmdeki yönetmenliği sanki onun mirasına layık olabilme gayretinin bir yansıması. Lean’in mirasının, tümüyle görkemli bir sinema üzerine bina edilmekle birlikte akıldan kolay çıkmayan bir yönetmenlikle de desteklendiğini unutmamak gerek. Epik film deyip geçmeyin! Bunun arkasında gözkamaştırıcı bir görsellikle seyircinin gözünü boyayarak ve şaşkınlığından faydalanarak onu sömürmek de var. Epik addedilen filmlerde vasat yönetmenliği perdelemek zor olmuyor. Fakat ne 60 ve 70’lerin Lean sineması öyleydi ne de günümüzün Petersen’ının sineması öyle görünüyor. İki yönetmenin topraklarında görkemlilik iyi yönetmenliğin önüne geçmiyor; fakat iyi yönetmenlik de filmin önünü kapatmıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Inglourious Basterds

Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Brad Pitt, Mélanie Laurent, Christoph Waltz
"Soysuzlar Çetesi"nde Tarantino ‘Sinema benim her şeyim’ diye bas bas bağırıyor. Üstelik, filmlerindeki bu sinema sevgisi artık sadece basit göndermeler olmaktan çıkmış, öykünün ana iskeletinin temeli, hatta ve hatta filmin üretim şeklinin bir parçası olmuş durumda. (…) İtiraf etmek gerek, ‘Soysuzlar Çetesi’ sıradan bir izleyiciden ziyade sinefillerin çok daha rahat empati kurup çok daha yoğun keyif alacakları bir deneyim. Öyküde mebzul miktarda sinemasal gönderme var. (…) Nihayetinde ‘Soysuzlar Çetesi’nde Tarantino, daha önceki filmlerinde ne yapıyorsa onu yapıyor: Kendi fantezilerinin propagandasını… Bu uğurda tarihi tahrif etmekten de çekinmiyor. Nasıl bundan önceki filmlerinde türleri istediği gibi yontuyorduysa, burada da sadece II. Dünya Savaşı filmlerini değil, tarihi de kendince yeniden şekillendiriyor. Haliyle ilk dönem filmlerini sevip de son yıllarda yaptıklarını yadırgayanları anlamak zor. ‘Ölüm Geçirmez’ veya ‘Soysuzlar Çetesi’nde yaptığı şeyler ‘Rezervuar Köpekleri’ veya ‘Ucuz Roman’da yaptıklarından farklı değil ki! Kaldı ki, satır aralarını iyi yakalarsanız, ‘Soysuzlar Çetesi’nde diyaloglar yine önceki filmlerindeki gibi tadından yenmeyecek cinsten.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Departed
The Departed (2006)
Yönetmen: Martin Scorsese Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Matt Damon, Jack Nicholson
Çin versiyonundaki Hong Kong mafyasının yarattığı otantik atmosferi, Boston’da kendi kurallarıyla var olan İrlanda alt kültürüyle bağdaştıran ‘Köstebek’, Scorsese’yi ister istemez ‘beklenti’ yaratan ‘mafyöz’ içerikli ve ‘şiddetli’ filmlerinden birini yapmaya sevk ediyor. Orijinal yapım (Kirli İşler/Mou gaan dou), ustanın elinde, 90’lı yıllardaki filmlerine benzer bir filme dönüşmek için cazip bir fırsat haline geliyor ‘Köstebek’te. Hatta daha da ileri giderek, onu tetikliyor diyelim. Mafya, muhbirler, polis, bar köşeleri, izbe evler, hiç uğruna ölen insanlar... Her biri, Scorsese’nin son yıllarda karşımıza çıkarmadığı türden bir filme imza atmasını sağlıyor. Bu nedenle Scorsese’nin istemsizce bu tip bir filme yöneldiğini korkmadan söyleyebiliyoruz. İzleyicinin de ‘New York Çeteleri’ veya ‘Göklerin Hâkimi’ gibi 50’lerin klasik Hollywood’una yakın duran filmlerden ziyade, ustadan, kendilerine perdeden tükürüp bıçak sallayan bir sokak serserisi beklediğine ya da genel olarak sinemada böyle şeyler görmek istediğine ikna olabiliriz. Hâliyle, karşımızda her şeyiyle bir Scorsese filmi değil, Scorsese filmiymiş gibi davranan bir yeniden çevrim olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Martin Scorsese Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Matt Damon, Jack Nicholson
Çin versiyonundaki Hong Kong mafyasının yarattığı otantik atmosferi, Boston’da kendi kurallarıyla var olan İrlanda alt kültürüyle bağdaştıran ‘Köstebek’, Scorsese’yi ister istemez ‘beklenti’ yaratan ‘mafyöz’ içerikli ve ‘şiddetli’ filmlerinden birini yapmaya sevk ediyor. Orijinal yapım (Kirli İşler/Mou gaan dou), ustanın elinde, 90’lı yıllardaki filmlerine benzer bir filme dönüşmek için cazip bir fırsat haline geliyor ‘Köstebek’te. Hatta daha da ileri giderek, onu tetikliyor diyelim. Mafya, muhbirler, polis, bar köşeleri, izbe evler, hiç uğruna ölen insanlar... Her biri, Scorsese’nin son yıllarda karşımıza çıkarmadığı türden bir filme imza atmasını sağlıyor. Bu nedenle Scorsese’nin istemsizce bu tip bir filme yöneldiğini korkmadan söyleyebiliyoruz. İzleyicinin de ‘New York Çeteleri’ veya ‘Göklerin Hâkimi’ gibi 50’lerin klasik Hollywood’una yakın duran filmlerden ziyade, ustadan, kendilerine perdeden tükürüp bıçak sallayan bir sokak serserisi beklediğine ya da genel olarak sinemada böyle şeyler görmek istediğine ikna olabiliriz. Hâliyle, karşımızda her şeyiyle bir Scorsese filmi değil, Scorsese filmiymiş gibi davranan bir yeniden çevrim olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Butterfly Effect
The Butterfly Effect (2004)
Yönetmen: Eric Bress ve J. Mackye Gruber Oyuncular: Ashton Kutcher, Melora Walters, Amy Smart
Kelebek Etkisi’, zamanda yolculuğun hepimiz için muğlak bir kavram ve önünde sonunda bir fantezi olmasına sığınarak, bu alanda tutarlı davranmaya hiç özen göstermiyor. (...) Senarist/yönetmen Eric Bress ve J. Mackye Gruber, seyircinin ‘ayrıntılara’ takılmamasını sağlamak, ilgisini başka yöne çekmek için bayağı uğraşıyorlar. Filmin ilk yarım saatinde hikâyenin temelini attıktan sonra, giderek hızlanan hikâye kurgusu, görsel efektler, gerilim trükleri ve Evan’ın hayatındaki ani ve çarpıcı değişimlerin vur-kaç etkisiyle, seyirciyi önlerine katıp sürüklüyorlar. ‘Dursana bi dakka!’, ‘iyi ama’ gibi sitemlere, şikayetlere fırsat bırakmadan getirip finalin kapsına bırakıyorlar. Bir bakıma iyi de oluyor. En azından film; sığ, pırıltısız ve sıkıcı olmak yerine sadece sığ ve pırıltısız olarak kalıyor. ‘Kelebek Etkisi’nin asıl derdi, ‘hayatta her şey mükemmel gitmez; bir şeyler kazanmak için bir şeyleri kaybetmeyi göze almalısın, mutluluk için bir parça acı çekmeye razı olmalısın’ demek. Yani ‘elinde geçmişi değiştirmek gibi bir güç varsa bile hayatındaki sökükleri dikmeye kalkma; başka yerlerden yırtarsın’ demeye getiriyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Eric Bress ve J. Mackye Gruber Oyuncular: Ashton Kutcher, Melora Walters, Amy Smart
Kelebek Etkisi’, zamanda yolculuğun hepimiz için muğlak bir kavram ve önünde sonunda bir fantezi olmasına sığınarak, bu alanda tutarlı davranmaya hiç özen göstermiyor. (...) Senarist/yönetmen Eric Bress ve J. Mackye Gruber, seyircinin ‘ayrıntılara’ takılmamasını sağlamak, ilgisini başka yöne çekmek için bayağı uğraşıyorlar. Filmin ilk yarım saatinde hikâyenin temelini attıktan sonra, giderek hızlanan hikâye kurgusu, görsel efektler, gerilim trükleri ve Evan’ın hayatındaki ani ve çarpıcı değişimlerin vur-kaç etkisiyle, seyirciyi önlerine katıp sürüklüyorlar. ‘Dursana bi dakka!’, ‘iyi ama’ gibi sitemlere, şikayetlere fırsat bırakmadan getirip finalin kapsına bırakıyorlar. Bir bakıma iyi de oluyor. En azından film; sığ, pırıltısız ve sıkıcı olmak yerine sadece sığ ve pırıltısız olarak kalıyor. ‘Kelebek Etkisi’nin asıl derdi, ‘hayatta her şey mükemmel gitmez; bir şeyler kazanmak için bir şeyleri kaybetmeyi göze almalısın, mutluluk için bir parça acı çekmeye razı olmalısın’ demek. Yani ‘elinde geçmişi değiştirmek gibi bir güç varsa bile hayatındaki sökükleri dikmeye kalkma; başka yerlerden yırtarsın’ demeye getiriyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Illusionist
The Illusionist (2006)
Yönetmen: Neil Burger Oyuncular: Edward Norton, Paul Giamatti, Jessica Biel
Steven Millhauser’in Eisenheim the Illusionist adlı kısa hikâyesinden Neil Burger’ın uyarladığı ve yönettiği ‘Sihirbaz’, kostümleri ve dekorlarıyla, 20. yüzyıl başlarından, etkileyici bir Viyana atmosferi getiriyor beyazperdeye. Hikâye ise hem sihirbazlık hem de sinemasal anlatım açısından bilindik birçok numarayı, yani klişeyi barındırıyor. Zengin kızfakir erkek aşkı, iktidar ile ezilenin savaşı, sınıf çatışması, bilim ile sihrin tezadı… Bütün bunlar polisiye ve tarih dokusuyla harmanlanıyor. Film, izleyicinin yakışıklı sihirbaz ile güzel sevgilisinin kavuşup kavuşamayacağına dair merakını ayakta tutmak için uğraş veriyor. Zaten filmin arkasını yasladığı en önemli dayanak da finale doğru ortaya çıkan sürpriz gelişme… ‘Sihirbaz’ bu sürprizi erkenden fark edenleri, başarılı dönem atmosferi, Philip Glass’ın müziği, Edward Norton’ın karizmatik görüntüsü ve Paul Giamatti’nin öne çıkan oyunculuğuyla teselli etmekte. Entrikalara kapılıp, malum sürprize şaşıranlara ise inandırıcılık sorunu yaşamadan filmin renkli dünyasının keyfini çıkarmak kalıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Neil Burger Oyuncular: Edward Norton, Paul Giamatti, Jessica Biel
Steven Millhauser’in Eisenheim the Illusionist adlı kısa hikâyesinden Neil Burger’ın uyarladığı ve yönettiği ‘Sihirbaz’, kostümleri ve dekorlarıyla, 20. yüzyıl başlarından, etkileyici bir Viyana atmosferi getiriyor beyazperdeye. Hikâye ise hem sihirbazlık hem de sinemasal anlatım açısından bilindik birçok numarayı, yani klişeyi barındırıyor. Zengin kızfakir erkek aşkı, iktidar ile ezilenin savaşı, sınıf çatışması, bilim ile sihrin tezadı… Bütün bunlar polisiye ve tarih dokusuyla harmanlanıyor. Film, izleyicinin yakışıklı sihirbaz ile güzel sevgilisinin kavuşup kavuşamayacağına dair merakını ayakta tutmak için uğraş veriyor. Zaten filmin arkasını yasladığı en önemli dayanak da finale doğru ortaya çıkan sürpriz gelişme… ‘Sihirbaz’ bu sürprizi erkenden fark edenleri, başarılı dönem atmosferi, Philip Glass’ın müziği, Edward Norton’ın karizmatik görüntüsü ve Paul Giamatti’nin öne çıkan oyunculuğuyla teselli etmekte. Entrikalara kapılıp, malum sürprize şaşıranlara ise inandırıcılık sorunu yaşamadan filmin renkli dünyasının keyfini çıkarmak kalıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Wall-E

Yönetmen: Andrew Stanton Seslendirenler: Ben Burtt, Elissa Knight, Jeff Garlin
Vol-İ’ pek çok açıdan cesur bir animasyon. Öncelikle öykünün kahramanı uzun yıllar çöp toplamaktan artık paslanmış, modası geçmiş ve eski teknoloji ürünü bir robot! Dev çöp kulelerinin yükseldiği iç karartıcı bir kıyamet sonrası dünya manzarası, filmin fonunu oluşturuyor. Ve en önemlisi de filmin ilk yarım saati diyalogsuz geçiyor. Vol-İ’nin günlük yaşamından kesitler sunan ve Eve ile karşılaşmasını anlatan bu bölüm, modern bir sessiz film izlenimi yaratıyor insanda. Daha sonrasındaysa insanoğlunun Buy and Large (Satın al ve Genişle) adlı bir şirket yüzünden düştüğü içler acısı durum var ki, bu açıkça günümüz ABD’sinin tüketim alışkanlıklarına ve sağlıksız beslenmenin sembolü olarak gerçek bir probleme dönüşmüş obeziteye sert bir eleştiri. (...) ‘Vol-İ’ bir komedi olarak yola çıkıyor ama sonra merkezine bir aşk hikâyesi yerleştiriyor. Tekinsiz bir gelecek atmosferi çizerek seyirciyi ister istemez çevreyle ilgili kafa yormaya zorluyor ama bunun yanında aksiyondan da payını alan ve birkaç türü birleştiren zengin bir animasyona dönüşüyor. Üstelik film, teknik kalitesiyle de diğer animasyonlardan büyük farkla ayrılıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Babel

Yönetmen: Alejandro González Iñárritu Oyuncular: Cate Blanchett, Brad Pitt, Gael García Bernal
Babil’in, adının da gösterdiği gibi, çok net bir merkezi teması var: İletişimsizlik. Semalara ulaşmak isteyen insanoğlunun Tanrı tarafından dili dolaştırılarak cezalandırılışının ve bunun sonucunda lisanlarının doğuşunun öyküsüne gönderme yapan ‘Babil’ ismi, filmin üç ayrı kıtada ve dört ayrı dilde geçen dört parçası için bir tür şemsiye oluşturuyor. Filmde, dil farkı, insanlar arasındaki iletişimin önündeki ilk gözle görülür engeli teşkil ediyor etmesine ama ‘Babil’in asıl derdi bu gibi görünmüyor. Aynı dili konuşup anlaşamayan karakterleriyle de ifade edildiği üzere, insan deneyiminin, genelde ‘evrensel’ tanımlaması uygun görülen niteliklerine rağmen, insanların birbirlerinin meramlarını anlamak konusundaki arızaları asıl mesele. ‘Babil’in ortaya koyduğu manzaradaki temel ironi şu: Enformasyon zengini bu yeni dünyada ‘anlayış’ değil ‘iletim’ hızlanıyor sadece; bu da en az ‘anlaşmayı’ olduğu kadar anlaşmazlıkları da hızlandırıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Sweeney Todd: The Demon Barber of the Fleet Street

Yönetmen: Tim Burton Oyuncular: Johnny Depp, Helena Bonham Carter, Alan Rickman
Karındeşen Jack’in rakibi, İngiliz edebiyatının ucuz macera romanlarının unutulmaz karakteri Sweeney Todd, Tim Burton tarafından, Broadway müzikalinden yola çıkılarak beyazperdeye uyarlandı… Film üzerine varılan ortak görüş, dönemin İngilteresi’ni başarıyla anlatan setleriyle ve siyah-beyaz tonlarının hâkimiyetindeki sadece kan kırmızısıyla renklenen genel atmosferiyle, Burton’ın madalyonun karanlık yüzüne olan ilgisini son derece başarıyla yansıtıyor olması. Cinayetleri bol kanlı bir gösteriye dönüştürmekten çekinmeyen yönetmenin en büyük kozlarının oyuncuları Johnny Depp ve Helena Bonham Carter olduğuna şüphe yok. Her zamanki Burton estetiğinin seyirci üzerinde hipnotik bir etki yarattığından bahseden eleştirmenler, bu yılın en iyi on filmi arasına şimdiden ‘Sweeney Todd: Fleet Sokağının Şeytan Berberi’ni yerleştirmiş durumdalar. Filmin Burton hayranları için büyük bir şölen olacağı kesin. Eşinin elinden yiyeceğimiz börekler de cabası!
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Ice Age

Yönetmen: Chris Wedge ve Carlos Saldanha. Seslendirenler: Ray Romano, John Leguizamo, Denis Leary
Sadece çocuklara değil yetişkinlere de hitap eden, ustaca tasarlanmış, yeni animasyon harikalarından biriyle karşı karşıyayız: ‘Buz Devri’. Batı’da büyük ilgi gören ve gişede çok başarılı olan film, animasyon tekniğine getirdiği yeniliklerle de dikkat çekiyor. Animasyon filmlerde beceriksiz oyunculukla ilgili sorunlar yaşanabileceğini ‘Final Fantasy’ gibi örneklerden biliyoruz. Sadece seslendirme değil yüz mimikleri açısından da sınıfta kalan, Dolph Lundgren muadili oyuncular gördük. ‘Buz Devri’ bu açıdan epeyce zor bir işe girişiyor; hayvanlarla çalışıyor. İki ayağı üzerinde yürüyen Sid karakterini ve pek şahane bir vücut dili tutturmuş Diego karakterini bir tarafa bırakalım, ama kocaman burnu yüzünden ağzı görünmeyen, dolayısıyla mimik potansiyeli yarıya düşen, vücut dili namına aheste beste yürümekten başka hiçbir potansiyel içermeyen devasa bir mamuttan, yani Manfred’den çıkarılan performansa ne demeli? Sadece bakışlarıyla oynayan Manfred’in hakkını Chris Wedge’e vermek gerekir. Filmdeki oyunculuğun bu açıdan birinci sınıf olduğunu belirtmeliyiz
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Eyes Wide Shut

Yönetmen: Stanley Kubrick Oyuncular: Nicole Kidman, Tom Cruise
Stanley Kubrick’in ölmeden önce çektiği son filmi nihayet gösterimde… Daha çekimleri başlamadan bir efsane olan film, New Yorklu bir burjuva çiftinden yola çıkarak cinsellik üzerine odaklanıyor… Warner Bros.’un cinsel saplantı üzerine psikolojik bir gerilim olarak nitelendirdiği ve şirket yetkilileri tarafından, Amerika’da vizyona çıktığı güne kadar, yalnızca iki başrol oyuncusuna, Tom Cruise ve Nicole Kidman’a gösterilmiş olan film, sinemanın şimdiye kadar en çok merak uyandıran macerası oldu. Koca stüdyonun koca koca yöneticileri, en ünlü film eleştirmenleri, Cruise ve Kidman’ın dışındaki tüm oyuncular ve hatta –şaka değilbu ikisi için gerçekleştirilen gösterimin makinisti bile filmi görebilmek için vizyonu beklemek durumunda kaldı. Ne var ki filmi vakitsizce (!) gören birileri vardı yine de: MPAA, yani endüstri sansür kurulu! Onlar filmi gördüler ve hiç çekinmeden NC-17 (17 yaşından küçükler izleyemez) sınıflandırması ile taçlandırdılar. Bu, yaklaşık olarak 65 milyon dolara mal olmuş film için bir kabus, olası bir gişe hezimeti demekti. Bununla birlikte Stanley Kubrick’in, bizzat yürüteceği kurgu aşamasının ardından ortaya çıkacak nihai kurguya hiçbir gerekçeyle dokunulamayacağına, filmin ancak ve ancak o hâliyle seyirciye sunulabileceğine ilişkin bir şartı vardı. Warner Bros. yetkilileri bütün endişelerine rağmen Kubrick’in çok önem verdiği bu şarta riayet etmek zorunda olduklarını pekâlâ biliyorlardı.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Harry Potter and the Prisoner of Azkaban

Yönetmen: Alfonso Cuaro´n Oyuncular: Daniel Radcliffe, Rupert Grint, Emma Watson
Columbus, görsel olarak ilk iki kitabın hakkını vermiş sayılabilir (ana karakterlerden bazılarının castingi hep tartışma konusu olarak kalacak) ama, onun filmleri gerçek bir filmden çok, özel efektlerle desteklenmiş, beyazperdeye aktarılmış ‘okumalar’a benziyordu. Harry’nin başına gelen her şeyi filme sığdırma gayretiyle, olaylar nefes almaya fırsat bırakmadan birbirini izlemiş, işin duygusal yanı, kitabın altmetni hayli havada kalmıştı. Cuaro´n ise, özel efektlerle aksiyonu biraz geri plana itip, karakterlerin duygusal dünyası üzerinde durmuş. Tabii bu konuda Columbus’tan daha avantajlı, çünkü kahramanlar büyüdükçe duygusal dünyaları da zenginleşiyor. Ayrıca Harry ile birlikte Potter seyircilerinin yaş ortalaması da gittikçe yükseldiği için, serinin daha karanlık yanlarının filmlere dâhil edilmesi de kolaylaşıyor.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
The Last Samurai
The Last Samurai (2004)
Yönetmen: Edward Zwick Oyuncular: Tom Cruise, Ken Watanabe
Zafer/Glory” ve “Ateş Altında Cesaret/Courage Under Fire”te savaş ve cesaret ilişkisini irdeleyen Edward Zwick “Son Samuray/The Last Samurai”da da yine benzer bir konuyu ele alıyor. Ancak bu seferki durağı samurayların mistik diyarı, yani Japon tarihi... 1870'lerde Amerikan ordusundan alkolik bir yüzbaşının Japon ordusunu eğitmek üzere ülkeye gelişiyle başlayan film, Amerikalı askerin burada geleneksel samuray kültürüyle tanışıp hem yabancılarla hem de kendisiyle barışmasını anlatıyor. Modernleşme ve geleneksellik, yani Doğu ile Batı değerleri arasındaki tezattan beslenen yapım, ‘silah icat oldu, mertlik bozuldu’ düsturunda ilerleyip, modası geçmek üzere olan samuray yaşantısını kutsarken, bir yandan da her ‘Beyaz Adam’ın kötü olmadığını, hatta yeri geldiğinde ait ve sahip olmadığı şeyler için savaşmaktan kaçınmayacağının altını çiziyor. Filmin tahmin edilir ve klişelerle süslü finalini saymazsak, Kurosawa’ya öykünen savaş sahneleri, göz alıcı kostümleri ve Hans Zimmer’in müzikleri “Son Samuray”ın ön plana çıkan özellikleri. Tom Cruise’un varlığından güç alır gibi görünen filmin asıl ağır topu ise samurayların komutanı Katsumoto rolündeki vakur duruşuyla Ken Watanabe.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Yönetmen: Edward Zwick Oyuncular: Tom Cruise, Ken Watanabe
Zafer/Glory” ve “Ateş Altında Cesaret/Courage Under Fire”te savaş ve cesaret ilişkisini irdeleyen Edward Zwick “Son Samuray/The Last Samurai”da da yine benzer bir konuyu ele alıyor. Ancak bu seferki durağı samurayların mistik diyarı, yani Japon tarihi... 1870'lerde Amerikan ordusundan alkolik bir yüzbaşının Japon ordusunu eğitmek üzere ülkeye gelişiyle başlayan film, Amerikalı askerin burada geleneksel samuray kültürüyle tanışıp hem yabancılarla hem de kendisiyle barışmasını anlatıyor. Modernleşme ve geleneksellik, yani Doğu ile Batı değerleri arasındaki tezattan beslenen yapım, ‘silah icat oldu, mertlik bozuldu’ düsturunda ilerleyip, modası geçmek üzere olan samuray yaşantısını kutsarken, bir yandan da her ‘Beyaz Adam’ın kötü olmadığını, hatta yeri geldiğinde ait ve sahip olmadığı şeyler için savaşmaktan kaçınmayacağının altını çiziyor. Filmin tahmin edilir ve klişelerle süslü finalini saymazsak, Kurosawa’ya öykünen savaş sahneleri, göz alıcı kostümleri ve Hans Zimmer’in müzikleri “Son Samuray”ın ön plana çıkan özellikleri. Tom Cruise’un varlığından güç alır gibi görünen filmin asıl ağır topu ise samurayların komutanı Katsumoto rolündeki vakur duruşuyla Ken Watanabe.
GOOGLE ARAMASI YAPMAK İÇİN TIKLAYIN...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)